1 Mayıs 2016 Pazar

Aziz İstanbul!


''Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Böyle anlatmıştı Yahya Kemal İstanbul'u. 'Sevmediğim hiçbir yer' demişti İstanbul için. Taşı toprağı altın olan İstanbul birçok şiirin konusu olmuştur. 

Çıksak Galata Kulesine bütün bu şehri görmek, eşsiz güzelliğini anlatmak mümkün mü ki? Havası, toprağı, semtleri, mekanları, gökyüzünde uçuşan kuşlar dahi güzel değil mi sizce de? 


İki kıtayı bağlayan boğazıyla, Hezarfen'in süzüldüğü yer, Galata Kulesi'nin aşık olduğu yer, Rumeli Hisarı, Göksu, Kanlıca... 

Şimdi İstanbul'lu birisine bu şehri tanıt desen, bir edebiyatçı gözüyle bakmadan kötüler burayı. Değişti der. Oysaki kimse farkında değildir ki değişen biziz. İnsanlar. Dünyanın neresine giderseniz gidin illaki kötü bir insanla karşılaşırsınız. Bu durumu bir şehre mal etmek ne denli doğru bilemiyorum. Aslında biz iyi olsak bu şehirde güzel. Çünkü İstanbul insanı boğmaz. İnsanlar boğar bizi. Dar gelmez bu şehir kimseye. Bu şehre aşkla bakanın gözünden ah bir dinlesek keşke. Ah hissedebilsek onun hissettiklerini. Görsek elimizdekinin kıymetini. 

Bir şehir ol. Mesela; İstanbul gibi. De ki boğazım kuruyana kadar seveceğim seni!


İstanbul işte böyle konu olmuştur sevgililere. Zaten Galata Kulesi de Kız Kulesi'ne aşık değil miydi? Kız Kulesi'ni bilirsiniz. Şu boğazın ortasında tek başına, bütün zarafeti  afeti ve güzelliğiyle insanı büyüleyen yüzyıllardır var olan şaheser. Var olan milyonlarca aşık görmüştür ama kendi yalnız kalmıştır. Bütün bu yalnızlığıyla sıkılırken, karşına inşa edilmeye başlayan Galata Kulesi'ni görür ve bir anda vurulur gösterişli kuleye. Galata Kulesi bütün heybetiyle yükseli vermiş Kız Kulesi karşısına. Galata Kulesi İstanbul'un her yerine hakim ve kudretli duruşuyla öyle yakışıklı gözüküyormuş ki Kız Kulesi'nin aşık olmaması imkansızmış. Galata Kulesi de ilk gördüğü gün aşık olmuş bu denizin ortasındaki kıza. İki aşık yıllarca bakışmışlar birbirlerinin güzelliklerine ama nasıl kavuşur, nasıl dile getirirlermiş ki aşklarını, arada kocaman bir deniz varmış. Kız Kulesi günden güne soluyormuş bu aşkından. Üstelik onun duygularını da merak ediyormuş. Galata Kulesi de aynı merak içinde büyütüyormuş içindeki aşkını. Galata Kulesi  dayanamazmış sevdiğini bu halde görmeye ve bir gün ulaştırırım nasıl olsa anlatmış hissettiklerini ona, yazarmış sayfalarca şiirlere, mektuplara. Yazmış ama ne sesini iletmiş ne de yazdıklarını. 
Galata Kulesi  böyleyken karşısına Hezarfen Ahmet Çelebi çıkıvermiş. Bir gün tepesinden Üsküdar'a uçacağını anlatmış. Galata Kulesi rica etmiş yazdığı mektupları ulaştırmasını. Hezarfen bu isteği kabul etmiş. Almış mektupları koynuna ve bırakmış kendini koca kuleden boğaza ama o esen rüzgar mektupları denize düşürmüş. Kız Kulesi bu mektupları gördüğünde anlamış Galata Kulesi'nden geldiğini ve martılara şarkılar söyleyerek keyiflenmiş. Kız Kulesi artık günden güne güzelleşiyormuş. Aşkının karşılıksız olmadığını gören Galata Kulesi yıllara rağmen daha dikkatli süzüyormuş sevdiğini. İşte bu aşk yüzden ikisi de yıllardır güzellikleriyle büyülüyor insanlığı. 


Galata Kulesi'nin Kız Kulesi'ne olan aşkı gibi sonsuzca ve tertemiz bir şekilde İstanbul'u sevmektir en güzeli.





-En Güzel Dost-



"Yemin ederim ki: Rabbin seni terk etmedi. Seni bırakmadı. Sana darılmadı."

"Ya günahlarımız alnımıza yazılsaydı? Bizi utandırmayan Rabbimize şükürler olsun."

Bu ayetler... Birer birer müjde gibi inmişti gökten. Bu ayetler... Onların yükünü kaldıran ilahi destek mesajlarıydı. 

İşte Allah bize yakın olduğunu bu ayetlerle anlatmıştı bize. Yaptığın hatalarla seni affedebileceğini sana böyle anlatmıştı. Oysa tanıdığın hangi insan sana bunu yapardı? Yaptığın hatalarla kim seni olduğun gibi kabul eder? Arkadaşına istemeyerek bir yanlış yapsan dahi asla unutulmaz, asla affedilmez, asla kabul edilmez, edilse de hangisi seni tekrar koşulsuz sever? Ailene yanlış yaptığında illaki yüzüne çarpıldığı vakitler yok mudur? Günü geldiğinde hatırlanmaz mı yaptığın her şey? Ama insanoğlu kördür. Dünyadakilerinden başka bir şey görmez gözü. Nankördür Ademoğulları. Rabbine hala şükretmeyi bilmez. Bütün gerçeklerin farkındadır oysa ama yine de başını koymaz secdeye. İçinde bulunduğumuz durum öyle derin bir kuyu ki elimizden tutan bir kutsal kitabımız var. Hala mı şükretmeyeceksiniz? Hala mı inkar edeceksiniz? 

Dedim: “Çok yalnızım.”
Dedi:“Ben sana çok yakınım.” Bakara/186

Dertte olduğunda Rabbi'ne dua et. Et ki çare bulasın. Et ki murada eresin. Et ki Allah'a yakın olasın. Çünkü Allah bir kulunu severse yalvarmasını dinlemek için onu bir sıkıntıyla sınarmış.
Hz. Mevlana derki: "Sen bu dünyada Allah'a kulluk etmeyerek bahtiyar olacağını mı zannediyorsun? Saraylarda yaşasan da bedbaht kalacaksın.". 

30 Nisan 2016 Cumartesi

Gözlerinde Güneş Tutulması: Türkan Şoray


SULTAN ŞORAY 

"Elini yüzüne koysan avuç içini öper Türkan." der Dilara Ulu. Yeşilçam'ın sultanı olarak tanınan, çok sevilen oyuncusu Türkan Şoray'ın biyografisini yazmak istedim bu hafta.


Halit Soray ve Meliha Sav çiftin 1945 yazında bir kız çocukları olur. Ailenin yeni üyesi ile hayat devam ederken Halit Şoray'ın polis maaşıyla yetinemeyince annesi de evladı için çalışmaya başlar. Her çocuğun yapabildiği gibi Türkan evde kendi filmini oynar. Kardeşi Nazan dünyaya geldiğinde o da bu filmin bir parçası olur onun için. Türkan okul yıllarındaki müsamerelerde, milli bayramlarda sahne alma fırsatı buldu. Evdeyse perdelerden kendine elbise, sandalyeleri de kendine sahne  yapar, şarkı söylermiş. 

Her mutluluk acı izler taşır. Lise yıllarındayken annesiyle babası ayrılır. Türkan dedesiyle yaşamaya başlar. Mutlu hayatındaki bu acıyla bütün kadınlara nasıl güzel gülünmesi gerektiğini, güçlü olmanın zamanı olmayacağını gösterir aslında. Hafta sonları annesi ve kardeşiyle hasret gidermek için Karagümrük'teki evlerine gider. İşin diğer tarafıysa ev sahipleri Emel Yıldız'dır. Diğer adıyla Panter Emel; sinema dünyasını, kocaman kara gözleriyle, ilgi çektiğini belli eden yüz ifadesiyle, büyük bir imrenmeyle dinleyen Türkan'a anlatır Emel Yıldız. O anlattıkça Türkan'ın hayli ilgisini ve merakını artar. Türkan'ın bu ilgisi karşısında onu yeni başlayacağı film setine götürmeye karar verir Emel. Türkan'ın gözleriyle konuşup sessizliğiyle büyüyen ifadesine hayran kalan İlker İnanoğlu onu fark eder ve sinema kapılarını Türkan'a aralar ve ilk film teklifiyle Türkan imrendiği hayatın basamaklarını tek tek çıkmaya başlamıştır.

İlk filmi "Köyde Bir Kız Sevdim" için kamera ışıkları açılır ve yeni bir kadın doğar. İzlerken hayranlıkla izlediğimiz, bir anlık duruşunu, bakışını, gülüşünü kaçırmaya korktuğumuz bir kadın.

İlk filminden sonra Türkan'a bir sürü film teklifleri gelir; " Aşk Rüzgarları". O dönemin jönlerinden Görkem Arsoy ile birlikte oynayacaktır. Film konuysa; Arsoy'un üç sevgilisi vardır. Türkan da utangaçlığından dolayı terk edilen sevgili karakterini oynamaktadır. Filmin sonuna doğruysa film severler Türkan Şoray'ın adını bilmediklerinden " Kara kız ile evlen!" derler. Böylece Türkan izleyicilerin gönlünde 'Kara Kız' olarak çoktan fethetmiştir. 

Artık ardı ardına film teklifleri başlamıştır Türkan için. Birçok filmleri olan Türkan Şoray dönemin jönleriyle ve usta yönetmen ve kadrosuyla film çekme imkanı bulur. Perdelere sıyrılıp şarkı söylen kızın artık hayalleri gerçek olmuştu. 

İlk ödülünü Ayhan Işık ile oynadığı 'Acı Hayat' filmiyle alır. Bu onun için çok önemlidir. Filmde karşımıza manikürcü Nermin vardır. Sevdiği adamı acı çekerek terk etmek zorunda kalan Nermin, alışıldık mutlu sonların devrimini yapar. Seyirci artık onun komşusu, kardeşi, ailesi, sevgilisi olarak görülmeye başlamıştır. 

Filmlerini en sevdiğimiz kelimeleriyle anlamlandırmaya çalışırız.. Ömrü yoktur bu filmlerin. Zaman eskitmez onları. Bin yıl önce de sonra da olsa hala aynı duygularla izlenebilecek filmlerdir onlar.
Bizi filmleriyle büyüleyen Türkan heryerdedir aslında. Balıkçıda, hamsi kokularıyla, balıkçı güzeli Azize'nin şarkılarındadır. Kara gözlü Azize " herşeye sahip olmak isteyen, elindekini de kaybediyor." derken güneş tutulması var onun gözlerinde. 

Elinin hamuru ile Türkan, birbiri ardına gelen ödülleri kaldırır. 'Dönüş' filmi yurt dışındaki festivallerde gösterime girer. Bir kadın yönetmen olarak Türkan, artık yurt dışında da tanınmaya başlar. Kolay değildir ki, dünyanın en çok sayıda filmde oynamış kadın oyuncusu olmak. 

70 'lerin ortasına doğru televizyonun gelmesiyle sinema durağanlaşır. Çekilen film sayısı azalır. Buna rağmen Cengiz Aymatov'un 'Kırmızı Eşarp' kitabındaki al yazmalı Asya'dır. Kadir İnanır ile şiir gibi bir kadın olarak karşımıza çıkar. Bize sevgiyi sorgulatır. Onun için sevgi selvi boylu İlyas'ın kamyonu arkasından bakmak oluverir. 

Hepimizin hayatında unutulmaz bir izin var, okşamak istediğimiz izler... Beyaz perdenin de herzaman senin gibi bir Sultan'a ihtiyacı var. "Halk özlemiyle oluşmuş bir mitostur ve ulaşılmaz bir yalnızlık içindedir." demiş senin için Cemal Süreyya. Gözlerimizden okusunlar mutluluğumuzu ve ' Ayırmasın Mevla'm bizi ömür boyunca...'

24 Nisan 2016 Pazar

-Vaveyla-




Aşk da tıpkı "elif" gibidir, isminde gizlidir ama okunmaz. 
O olmadan besmele sese gelmez. 
O her şeyin içindedir, ama hiçbir şeyde görünmez. 
Hz. Mevlana.

İnsan vav şeklinde doğar, bir ara doğrulunca kendini elif sanır. İnsan iki büklüm yaşar, oysa doğrulduğu gün öldüğü gündür. Kulluğun manası vavdadır. Elif uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir. -Yani uluhiyet; ilahilik sıfatı ve tanrılık vasfı demektir. Bu vasfa sahip olan, ibadet ve itaat edilmeye müstehak olan yalnıza Yüce Allah'tır. Ehadiyetse; kainat içindeki her bir varlıkta hususi olarak görünen birlik tecellisini ifade eder.- O yüzden Lafz-ı ilahi elifle başlar. Elif kainatın anahtarıdır, vav kainattır demek doğru bir ifadedir. 

Rabbimiz kullarının her zaman vav gibi olmasını istemiştir. 
Musa dal olmuştur ama firavunun gözü hep elifte kalmıştır.
İbrahim ateşte vavdır, Nemrut bizzat ateşe odun. 
Yunus, vav olup kurtarmıştır kendini balığın karnından. 
İnsan anne karnında vav halindeyken rahat eder. Boylu boyundayken kim rahattır ki mezarında?
İyi bakıldığında bazen secdedeyken vav, bazen bir anne karnında cenin. 

Vav harfi Ebced hesabında altıncı harfi temsil eder. Böylelikle imanın 6 şartını temsil ettiği söylenir. Vav harfi kasem harfidir. Yani önüne geldiği kelimeyle ant ifade ederler ve aynı zamanda da iki cümleyi veya özneyi birbirine bağlayan bağlaçtır. 

Manayı bilmeyen "vav" diyemez, "vay" der.
Buna anlamca "vaveyla" denir. Yani vav olamadıkları için feryad edenlerin halidir.

Vav harfi Tezhib sanatı ile süslenmiş ve ucuna lale motifi konulmuştur. Lale süsleme sanatında Allah'ı c.c. temsil eder. Bursa Ulu Cami'sinde yedi vav hattının sırrı şu şekilde anlatılır: "Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) şu şekilde buyurmuştur: Yedi vavdan sakınınız, ihtiyaç olmadı halde vavların işaret ettiği mesleklere yönelmeyiniz." 
Allah Resul'u bizleri sorumluluğu olan şeylerden sakınma noktasında uyarıyor ve "Vavlardan sakının, çekinin."diyor. 

Allah'a gerçek saygı gösterenlerden başkasına namaz elbette ağır gelir. Allah: "Secde et, yaklaş. Secde et, vav ol." der. 




10 Nisan 2016 Pazar

-Viran-


İçinin yana yana kabul edemediği şeyleri var insanın. Bile bile göz göre göre kabul edemediği. Elinden birşey gelmemesinin sindirilemezliği. Boğazın düğümleniyor, için cayır cayır yanıyor, sol yanın acıyor, gözlerin doluyor ama yine de elinden gelen birşey yok. Sanki bir çığlık atsan bütün dertler son bulacakmış gibi. Yeniden doğduğun dünyada, gökyüzünün üstüne gelmesi gibi bir durum benimkisi. İnsanın aklına her gelişinde gözlerini kapatıp kendini sarsmak mı gelir sadece elinden? Her hatırladığında gülmek yerine, sadece gözünün en derininden belli olan kül yerine dönmüş kalbi mi görünür? Yaraların tam sarıldı derken kendine daha derininden bir yara nasıl açar bir insan? Unutamadığın, yarım bıraktığın, bırakıldığın... Hepsi bir anda acı mı verir insana? Bir anda unutulduğun, insana bu denli yara açabilirmiş oysaki.

Bu yaşadığım güle güle ağlamak değilde nedir? Gülmenin sebebi mutluluk değilse peki? Acıdan da gülebilirmiş insan. Paramparça olmuşken de gülebilir bir şekilde. En kötüsü de üzüldüğünle kalmaktı. En ağırı. Herşey yoluna girdi dediğin anda tekrar bazı şeylerin seni üzmesine izin vermek en ağır çaresizlikti bence. En ağır yenilgi. Günlerce gülmene sebep olanlar bir anda senin yüreğini viran edebilirdi. Seni bir anda nasıl kül edebilirdi? Kalabalığın içinde yalnız kalmak gibiydi. Sesin içinde sessizliğe bürünmek gibi. Yazılan satırlar anlamsız, üzülen, kırılan, incinen mecalsiz ve acz tutuyor, yarım bırakan,bırakılan umutsuz. Kısaca herşey ve herkes çaresiz, yorgun,inançsız. İnançsız ya. Güvenin bittiği yerde inancın da bitmesi gibiymiş, inandıkların bir anda saçma gelmesi gibiymiş. Böyle olması durumuna da insan çaresizlik dermiş.

2 Nisan 2016 Cumartesi

"Özünde Vatandır"


Mehmetçiğe Mektup
Bu vatanın her karış toprağında sizin kokunuz var. Bayrağın kumaşının her ilmeğinde, her ipliğinde siz varsınız. Bayrağımızla gurur duymamın sebebi de bu olsa gerek. Kumaşı şehit kanı, parıltısı zaferlerin ışığıdır. Bu yüzden gönülden bağlıyız rengine, kumaşına. Geçmişe duyduğum özlemim, o duyduğum şevk sizinle tamamlanıyor. İşte bu yüzden gururlanıyorum. İşte bu yüzden aklıma her geldiğinizde içim ürperip, gözümün en içinden belli olan gururu kelimelerle ifade edemiyorum.

'Memleket meselesi' diyorlar. Hepimizin memleketi, anası olan toprak için siz kan akıtıyorsunuz. Her damla kan içinde bizim canımız yanıyor. Ateş düştüğü yeri falan da yakmıyor. Kardeşimin canı yanarken benim içim nasıl yanmaz? Yanar. Kardeş değil miyiz? Batısından tut en doğusuna kadar, en ücra yere kadar en içten, en temiz duygularla kardeşiz.

Gökyüzünde uçurduğumuz her uçurtmayı, küçük kız çocuklarının mahalle aralarında atladı ipi, karşılıklı oynan her oyunu size borçluyuz. Sanmasınlar ki bize oynanan oyun son bulmayacak. Tek bedende milyonlarca yüreği, milyonlarca kalbi bölmek kolay değil.

Çanakkale Zaferi'nde cephede her askerin tek düşüncesi; "Bizim olanı bizden almaya gelmişler. Alamazlar efendim! Vermem. Mutfakta ocak başında annem için, tarladaki ekmeğini taştan çıkaran babam için, Conkbayırı'nda, Anafartalar'da, Gelibolu'da şehit olan kardeşim için, kundaktaki yeni doğmuş evladım için, karımın, kız kardeşimin şerefi için, memleketin namusu için dönmem. Dönemem." demişlerdi. Hiçbirisi de dönmeyi düşünmedi. Savaş meydanına çıktıklarında hepsi Fatih'in Aslanları, Süleyman'ın Tuğrası gibi mert ve kararlıydılar. Hepsinin içinde korku vardı. Lakin bu ölüm korkusu değildi. Bu vatan korkusuydu. Yerin üstündeki ailesi için yerin altında fokur fokur kaynadılar. Biran olsun düşünmeden. Sorarım ki o zaman; ecdadına, şanlı tarihine bağlı olan hangi millet vardır bu kadar?

Cami minaresinden yükselen ezan sesleri için aziz vatan ve millet için, eşsiz güzellik ve nimet için, Allah yolunda cihat için ant ettik. Hep bir ağızdan... "Vatanına göz dikeni ez oğlum!" dedik. "Dostunu düşmanını iyi bil, şerefinle yaşa bu topraklarda." dedik. 

Yeni nesil de bunun kıymetini biliyor çok şükür. Şu güzel ülkemin bir yerinde bu kardeşliğe inat büyüyen bir zihniyet için kurşun sesidir en güzel türkü. Bükülmez bilektir direniş. Biran olsun vazgeçmeyi düşünmeyen kin dolu nefretle bakan gözlerimizdir. Gerekirse ömrümüzü tüketiriz vatan millet uğruna ki yinede şehitimizin kanını yerde, Atamızın gözünü arkada koymayız. Geride bıraktıklarımızın tek sözleri: " Vatan millet uğruna, aziz ecdat uğruna vatan sağolsun." olur. 

Şunu söylemeliyim ki: "Beklediğiniz ne araçtır, ne ne topraktır, ne araçtır. Beklediğiniz: kardeşinizdir, evladınızdır, ananızdır. Beklediğiniz; tarihimizdir, namusumuzdur. Beklediğiniz; şerefimizdir, özünde vatandır!

21 Şubat 2016 Pazar

"İnsan, hayal ettiği müddetçe yaşar."


"İnsan, hayal ettiği müddetçe yaşar." sözünü bu aralar doğru bulmaya başladım. Bir insan neden hayal edebilir ki? Neden hayal ettiklerinin peşinden bu denli koşar ki? veya bir insan neden yaşamak için hayal etmeli? 

Düşündüğümde aslında çocukluğumdan beri sürekli hayal kuruyorum. Sadece büyüyünce işin rengi değişiyor o kadar. Çocukluk ya bu işte "pembe çanta, pembe kalemlik, birbirinden farklı renkli kalemler, okuldaki kız arkadaşlarımın giydiği ayakkabılar" diye hep hayal ederdim. Şimdi geriye dönüp baktığımdaysa ne kadar masum ve ne kadar da gerçekleştirilmesi kolay hayallerim varmış diyorum kendi kendime. Keşke hala o yerimde kalabilsem diye düşünüyorum. Oysaki küçükken de hep büyümeyi isterdim ben. Kuzenlerimle birlikte 4 abla büyüdüğümüz için olsa gerek. 

Şimdi kendime döndüğümde hayattaki isteklerim ve hayallerim yüzünden kendime kalın bir duvar örmüşüm veya örmek zorunda kalmışım. Büyüdük ya belki herşeyin iki katını ister olmuşum mesela. O bir çocuk kadar masum hayaller değilde sürekli gelecekle kendimi boğmuşum. Oysaki o kabuğumdan çıksam hayat belki daha renkli olacak benim için. Daha bir güzel görükecek bana. Bazı şeyleri akışına bırakmak yerine sürekli düzeltmeye çalışarak da mahvetmiş olabilirim. Tamam belki hayallerimi gerçekleştirmek için çok dirsek çürütmek iyi olabilir. Ama bu çabalarımla kendime bir duvar örüyorsam, bazı şeylerle yetinmekle değil de hep daha fazla istiyorsam bencillik olmaz da ne olur? Bu hayatımdaki herhangi bir kesit olabilir. Okul, aile, arkadaş genel olarak çevrem. 

Hepimiz küçükken doktor, polis, öğretmen, mimar olmak istemedik mi? Peki kim mutlu olmayı istedi? Veya küçüklükte değil şuan hala bir meslek sahibi olmak istiyoruz. Fakat kendimize sorduk mu hiç bu meslekle ileride mutlu olacak mıyım? Belki de şuan ileride mutlu olmayacağımız bir meslek için bu kadar silgi tozu yutuyoruzdur. 

Eğer doğru hayallerin peşindeysek gerçekten mutlu bir gelecek düşünüyorsak bunun için önce istemek ve hayal kurmak gelir. Çünkü insan hayalinde olmayan isteklerine sahip olmak istemez. Yaşamak için hayal kurmak gerekir ve hayallerimizle kendimize duvarlar örerek değilde o hayallerle sınırlarımızı daha fazla genişletmek bize mutluluk verir.